31 Ağustos 2014 Pazar

Eylül


Şeyhülislam Zenbili Ali Efendiye bir sohbet toplantısında sormuşlar:
“Hocam en çok hangi kuşları seversiniz?”
“Ben sadece kuşları değil, bütün hayvanları severim.”
“İnsanlarla alakalı ne düşünüyorsunuz?”
“İnsanları da severim ama hepsini değil. Hayvanların hepsi sevilmeye layık oldukları halde, insanların hepsi sevilmeye lâyık değildir. Bazı insanlar davranışlarıyla hayvanlardan daha aşağı düşerler.”
“ Sizce insan mı hayvandan üstün, yoksa hayvan mı insandan?”
“İnsanlar hayvandan üstün yaratık olmalarına rağmen, hayvanların da insandan üstün tarafları vardır. Meselâ onların içinde hiçbir müşrik ve münkir, hiçbir yalancı-dolandırıcı ve sahtekâr yoktur!”

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Ben


Resulullah (s.a.v) buyurdular ki:
"Beni gören veya beni göreni gören bir müslümana ateş değmeyecektir."


26 Ağustos 2014 Salı

Kalp


Resulullah (s.a.v) buyurdular ki:


"Çok gülmeyin, çünkü çok gülmek kalbi öldürür."

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Bir Kadın


Bir kadın Peygamberimiz s.a.v. e gelerek şöyle dedi:
Ey Allah’ın Peygamberi, kocam uzun zamandan beri hastaydı. Şu anda ölüm döşeğinde son anlarını ya­şıyor. Dili tutuldu. Bir türlü kelime-i şehâdet getiremi­yor. İmansız gitmesinden korkuyorum.
Peygamberimiz s.a.v. sordu:
Kocanın ne günâhı vardı? Allah’ın hangi emirleri­ne karşı gelirdi?
Kocam iyi bir insandır. Herkese iyilik eder, yar­dımda bulunurdu. Yalnız annesine saygı göstermezdi. Bazan haksız yere kalbini kırardı.
Peygamber s.a.v. Efendimiz:
Sen git dedi, kadına. Kocanın annesini bana gönder.
Az sonra çok yaşlı, beli bükülmüş bir kadın, değneğine dayanarak Peygamberimizin huzuruna girdi.
Oğlum çok iyi insandır ey Allah’ın Resûlü diye ko­nuştu. Ancak bazan beni haksız yere kırardı, kalbimi incitirdi. Ona hakkımı helâl etmiyorum.
Öyle ise hakkını helâl etmediğin oğlunu Allah âhirette Cehennem azabında yakacaktır. Ahirette Ce­hennem azabında yanacağına dünyada yansın. Oğlunu ateşe atalım.
Peygamberimiz yaşlı annenin sevgisini ve acıma hissini harekete geçirmek için sahabilerinden bazıları­na emretti:
Haydi odun toplayın, büyükçe bir ateş yakın!
Bu emri duyan anne yalvarmaya başladı:
Yâ Resülâllah, ne olursunuz, oğlumu yakma­yın. Ne kadar hakkım varsa hepsini helâl ettim.
Annenin hakkını helâl etmesi üzerine Peygamber Efendimiz yanında duran bir sahabisine:
Gidin, buyurdu. Dili tutulduğundan şehâdet ge­tiremeyen hastayı ziyaret edin, bakın, dili hâlâ tutuk mu?
Hemen yola çıkan ashab, Alkama adındaki hasta­yı, ziyaret ettiler. Dilinin açıldığını hayretle gördüler. Adam devamlı şekilde kelime-i şehâdet getiriyordu.
Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resulüh, dedi ve imanla âhirete göçtü.

24 Ağustos 2014 Pazar

Bir Gece



Halife Hazret-i Ömer bir gece şehri dolaşırken, bir evden çocukları iki gündür aç olan annenin feryadını duyar.
Yavrularım, Allah sizin hakkınızı Ömer’den sor­sun!
Bu sözü işiten halife kapının önünde titremeye başlar. İçeriye seslenir:
Ömer’den ne istiyorsun?
Sen ne soruyorsun, dost musun, düşman mısın?
Allah için, dost olarak soruyorum.
Ömer’den şunu istiyorum: Bu çocukların babası­nı askere gönderdi. İki gündür çocuklarım aç, ocağın üzerine tencere koydum, suyu karıştırıyorum. Yemek pişiriyorum diye onları avutuyorum. Dün uyutmuş­tum. Ama bugün açlıktan uyuyamıyorlar. Birbirlerine sarılmış halde sızlanıp duruyorlar.
Peki, Ömer’e haber verdin mi?
Neyi haber vereyim? Adamlarımızı askere almayı biliyor da, gerideki çocukların durumunu hiç düşün­müyor mu? İnsanlara baş olmak, başa belâ olmak mı­dır?
Hazret-i Ömer ağlayarak evine koşar. Arkasına bir çuval un eline bir teneke yağ alıp kadının evine gelir­ken karşısına sahabelerden bir zat çıkar.
Ey mü’minlerin Emiri, bu ne hal, nereye koşu­yorsun? Ver şu tenekeyi ben taşıyayım.
Yok vermem, bunlar Ömer’in günahlarıdır. Bu­gün yükümü alırsın ama, yarın Allah’ın huzurunda gü­nahlarımı alamazsın. Bırak da ben taşıyayım.
Eve girip çuvaldan biraz un çıkarır, tencereye ko­yar. Sönmek üzere olan ateşi üflerken sakalının bir ta­rafı hafifçe yanar. Un çorbası pişirip çocukların karnı­nı güzelce doyurur. Çocukların annesine de:
Yarın mutlaka Halife’yi göreceksin der.
Kadın tanımadığı bu yabancı adamın yaptığı iyilik­lerden dolayı, son derece memnun olur. Evden çıkar­ken arkasından şöyle konuşur:
Allah Ömer’in yerine başımıza seni geçirsin.
Halife Ömer hiç sesini çıkarmadan oradan ayrılır.
Sabahleyin kadın halifenin yanına gider; bakar ki ken­disine çorba pişiren zat, Halifelik makamında otur­maktadır. O zaman özür dilemeye başlar:
Kusura bakma Ya Ömer, akşam canımın acısın­dan size acı söyledim, sizi incittim.
Hayır sen vazifeni yaptın. Ömer suçludur. Asıl siz hakkınızı helâl edin...
İşte onlar böyleydi...

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Bir Gün


Süleyman Peygamber en müşkül dâvâları kolayca halleder, güçlük çekmeden çözerdi.
Bir gün kendisine iki kadın geldi. Yanlarında henüz konuşamayacak kadar küçük bir de çocuk vardı. Biri derdini şöyle anlattı:
Ey Allah'ın aziz Peygamberi; ben kırda çalışırken oğlumu beşiğine yatırmış, uyutmuştum. Az sonra şu kadın geldi. Çocuk benimdir diye bağırmaya başladı. Hâlbuki onun çocuğunu çalılıklar arasından gelen bir kurt kapıp götürmüş. Şimdi benim çocuğuma sahip çı­kıyor.
Süleyman Aleyhisselâm kadını dinledikten sonra ötekine söz verdi. O da şöyle dedi:
Ey Allah’ın Resûlü, bu kadın yalan söylüyor! Asıl
kurdun kaptığı onun çocuğudur. Kalan ise benim yav­rumdur. Şimdi o benim yavruma sahip çıkıyor.
Süleyman Aleyhisselâm her iki kadını da dinlemiş, ikisinin de çocuğa sahip çıktığını anlamıştı. Ne yapaca­ğını düşünüyordu.
O sırada kadınlardan biri çocuğun bir elinden, öte­ki de diğer elinden tutmuş bekleşiyorlardı.
Karar vermek gerçekten güçtü. Fakat o bir pey­gamberdi. En doğrusunu yapacaktı.
Nihayet kararını verdi:
Bana büyük ve keskin bir kılıç getirin.
Adamları istediğini hemen getirdiler.
Kılıcı aldı, çocuğa doğrulttu:
Mademki çocuğu bölüşemiyorsunuz, ortadan iki­ye ayırayım, yarısını biriniz, yarısını da diğeriniz alın. Böylece dava halledilmiş olsun?
Kadının biri hemen razı oldu:
Pekiyi, öyle olmasını isterim. Öteki kadın ise fer­yadı bastı:
Ey Allah’ın Resülü, buna can mı dayanır! Ben is­temiyorum. Çocuk tek onun olsun. Yeter ki ona doku­nulmasın.
Süleyman Aleyhisselâm son sözünü söyledi:
Anne bulunmuş, çocuğun kime âit olduğunu bi­linmiştir. Alın götürün kıskanç kadını. Ve çocuğu ona dokunulmasın diyen kadına verdi.
Çünkü hiç bir anne çocuğunun ikiye bölünmesine razı olamazdı. Zaten Süleyman Peygamber de böyle bir şey yapmazdı. Ama kadınları sınamak istemişti.

22 Ağustos 2014 Cuma

Günlerden Bir Gün


Bayezid-i Bistami, büyük velilerdendi. Allah’ın sev­gisini kazanmıştı. Allah'ın izniyle hayvanlara dahi sö­zünü geçirebiliyordu.
Günlerden bir gün değirmenden evine dönerken, ormanda yaşlı bir kadına rastladı. Yaşlı kadının sırtın­da dolu bir un çuvalı vardı. Yükü ağırdı. Oflaya-pufla- ya götürmeye çalışıyor, buram buram terliyordu.
Yaşlı kadının haline acıyan Bayezid-i Bistami haz­retleri, ormanda kükreyerek dolaşan aslana emretti:
Ey Aslan, Allah’ın izniyle buraya gel!”
Aslan, uysal bir kedi gibi yaklaştı. Büyük velinin yanına sokuldu. Bacaklarına sürtünmeye başladı.
Bayezid-i Bistami, ihtiyar kadının sırtındaki çuvalı alıp aslana yükledi. Birlikte köye dönmeye başladılar. Yolda Bayezid-i Bistami yaşlı kadına sordu:
“Köye döndüğünde mutlaka sana soracaklar. Yol­da kime rastladığını, bu işi kimin yaptığını merak ede­cekler. Ne cevap vereceksin?
Yaşlı kadın, kızgın, Bayezid-i Bistami’ye baktı:
“Söyleyeceğim,” dedi. “Zalim ve riyakâr Bayezid-i Bistami’ye rastladım diyeceğim...”
Büyük veli çok şaşırdı. O kadar yardım ettiği hal­de, nasıl böyle konuşabiliyordu?
Hiç mi iyilikten anlamıyordu? Bu ne biçim işti?
Sordu:
“İyi ama sana iyilik ettim. Neden zalim ve riyakâr olduğumu düşünüyorsun, ne kusur işledim ki?”
“Daha ne yapacaktın?” diye bağırdı yaşlı kadın. “Ormanlar kralı aslanı eşek niyetine kullandın. Bana kerametini gösterip riyakârlık yaptın. Bunlardan bü­yük kusur olur mu?”
Bayezid-i Bistami’nin hayatı boyunca aldığı en önemli ders bu oldu. Her fırsatta şunları tekrarlardı:
“O sert yüzlü, tok sözlü kadının dersi içimde kal­mış bütün riya ve gösteriş hissini sildi, süpürdü. On­dan sonra Allah’a daha da yaklaştığımı hissettim. Ki­birden, gösterişten uzak durdum. Riyaya düşmedim.”
Kibir ve gösterişten uzak durmak, hayatta başarı­nın da anahtarıdır.

12 Ağustos 2014 Salı

Yol


Mutasavvıflar keşfin talep edilmesini, keşif sahibi olmak için çaba gösterilmesini hiç doğru bulmamışlardır.
Ebu Ali Cüzzani der ki: “İstikamet sahibi ol! Keramete talip olma. Zira Rabbin senden istikamet, doğruluk isterken, nefsin seni keramet istemeye özendirmektedir.”
Kul için en büyük keramet, doğru yol üzere olmaktır.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Bahçe


Bir gün bir adam Hz. Ömer’e gelerek fakirlikten şikâyet etti. Hz. Ömer sordu:
“Yanında bir gecelik yiyeceğin var mı?”
Adam:”Evet” dedi.
Hz. Ömer r.a. “O halde sen fakir değilsin” dedi.




5 Ağustos 2014 Salı

Ah...



Eyvah! Aldandık.
Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün za­yi ettik. Evet, şu güzergâh-ı hayat bir uykudur, bir rüya gibi geçti. Şu temel­siz ömür dahi, bir rüzgâr gib uçar gider.

Bebiuzzaman Saıb Nursî (k.s.)

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Cam



Ev eşyanızdan biri kırıldığı zaman öfkelenmeyiniz. Çünkü sizin gibi on­ların da eceli vardır.

Muhammed bin 'Kab el-'Kurazî (k.s.)

2 Ağustos 2014 Cumartesi